Rüzgar, sonbaharda hep aynı şarkıyı söyler. Pencerenin camlarında gezinen titreyiş, kasımpatıların gövdelerini okşayan fısıltı, karanlıkta gümüşi yaralar açan çığlık, yağmuru hızlandıran deli ıslık, yüzümüzde patlayan haykırış, denizi ürperten mırıltı, kaç renk, kaç çeşit, kaç ton sesi varsa, rüzgar sonbaharda hep aynı şarkıyı söyler.

Buna şarkı demek de doğru değildir; çoğu zaman bir ağıttır. Güzelim kısacık ömrüne, gidenin çekiciliğine, sevgilinin hayaline yakılmış bir ağıt. Her yıl tekrarlanmasına rağmen yıpranmamış, dipdiri kalmış, hüznünü zerrece yitirmemiş bir ağıt…

Aslında hikayenin başlangıcı sonbahar değil, bahardır. Bulutlar yükselip güneş cömertleşince, tomurcuklar belirginleşip yapraklar seçilince rüzgar aşık olur. Birden değil, sanki çok eski, çok derin, hep var olan bir şeyi anımsar gibi ağır ağır aşık olur, usulca, sindire sindire. Tanıdık, bildik, hep gözünün önünde olanın kadim güzelliğini yeniden keşfeder gibi.

Hayır, rüzgar hemen şarkıya başlamaz, sadece aşık olur. Belki size şaşırtıcı gelecek, rüzgar çiçeklere değil, yapraklara aşık olur. Evet, ağaçları güzel kılan, kuru dalları yeşile çevirip güneşte gümüşbalıkları gibi kımıl kımıl kıpırdanan yapraklara…

Çiçekler mi? Nedendir bilinmez, rüzgar, çiçekleri yaşamı boğacak kadar süslü ve züppe bulur.

Aşk Köpekliktir, Ahmet Ümit